" width="160" height="600" />
REKLAM ALANI

(160x600px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
" width="160" height="600" />
REKLAM ALANI

(160x600px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Samandağ Ayna Haber

BİR GÖNÜLLÜNÜN GÖZÜNDEN

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
BİR GÖNÜLLÜNÜN GÖZÜNDEN
174 views
21 Temmuz 2023 - 16:47
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Eser Başaran Yazdı;

6 Şubat 2023 milyonlarca insan için hiç unutulmayacak bir tarih olarak kaldı hafızalarda…

1999 depremini İstanbul’da yaşadığımdan ve o sırada Yalova’da bulunan ailemden saatlerce haber alamadığımdan bu yana, deprem kelimesi benim için farklı bir anlam kazandı. Tek kata düşmüş dört katlı binaların önünde, yakınlarını çıkarmamız için çırpınan depremzedeler karşısında elimizde bir kürekle kalakaldığımız gün öğrendim depremin yol açtığı çaresizliği.

6 Şubat sabahı herkes gibi depremle ilgili sosyal medya ve televizyon kanallarından bilgi alabilmek için İstanbul’da ekran karşısına çivilenip kaldım. Bölgede hiç yakınım yoktu, ama bu, yüreğimin yanmasına engel değildi.

Depremden sonraki ilk üç gün yerel kontaklar üzerinden bölgeye destek sağlamakla geçti. Bu organizasyonlar sırasında Adıyaman’ın dağ köylerine henüz ulaşılmadığı bilgisini alınca, iki arabayı erzak ve giysi ile doldurarak ailece İstanbul’dan Adıyaman’a gittik.

Yollar açıktı ama her yer 40 cm karla kaplıydı ve geceleri -22’ye kadar düşen bir soğuk vardı. Henüz AFAD’ın ulaşmadığı köylere giderek erzak ve giysi dağıttık. Köy evleri  -bir ikisi hariç- oturulamayacak kadar hasarlıydı.

Dönüş yolunda Antakya’daki bir kontağımıza ilaç bırakmak üzere Hatay’a uğramamız gerekiyordu. Daha önce iki kez bilet alıp gidemediğimiz Hatay’ı ilk defa görecektik.

Şehir merkezine doğru ilerledikçe gözlerimize inanamadık; sağa sola yatmış yüksek binalar, kaç katlı olduğunu tahmin bile edemediğimiz yıkıntılar, devrilen binaların altında sıkışıp kalmış arabalar, çaresizce binaların önünde bekleyen insanlar… Sanki bir felaket filminin setindeydik. Depremin 6. Günüydü, ancak sanki biraz önce deprem olmuşçasına bir kaos vardı. Biraz gittikten sonra, yıkılan binalar nedeniyle yolların kapandığını gördük ve arabayı park edip, ilaçları ve erzakları yüklenerek uzun bir yürüyüşe başladık. Zifiri karanlıktı; ölü bir şehir gibiydi gece Antakya’nın dış mahalleleri. Dönüşte merkeze yürürken binaların önünde yakılan ateşlerin başında bekleyen insanları görünce, İstanbul’daki normal yaşamımıza döneceğimiz için neredeyse utanç duyduk.

Dönüş yolunda arabada kimsenin ağzını bıçak açmıyordu; Adıyaman kötüydü, ama Antakya’da gördüklerimiz hepimizin zihninde ve yüreğinde bir daha asla iyileşmeyecek bir yara açmıştı. O insanların yarasına biraz olsun merhem olmadan, bizim de iyileşmemiz mümkün değildi.

Depremin hemen ertesinde en büyük ihtiyaç barınmaydı. Döner dönmez hemen sıcağa ve soğuğa dayanıklı çadır üreticilerini araştırmaya başladım ve arkadaşlarımla konuyu paylaşarak destek istedim. Birçok alternatif arasından keçi kılından yapılmış, 20 m2, 8-10 kişiyi barındırabilecek büyüklükteki sobalı yörük çadırlarında karar kıldık.

Bu çadırların fiyatı ortalama bir çadırın fiyatının 2.5 katıydı. Bu nedenle ilk planda 3 çadır almak üzere organize olmayı ve depremzedelere çeşitli konularda destek vermeyi planladık.

Gelişmeler sonucunda çadırları daha çok ihtiyaç duyulan Hatay’da kurmaya karar verdik.

Afet sonrası -bölgeyle ilgisi olsun olmasın- herkesin depremzedelerin acısını ve sıkıntısını bir nebze olsun rahatlatmak için elinden geleni yaptığı bir dönemdi. Bu seferberlik sayesinde 3 çadır için başlattığımız çalışma, birkaç gün içinde 24 çadırlık bir mini çadırkent projesine dönüştü.

Aydın’da bulunan Filiz Çadırcılık firmasına siparişimizi verdikten sonra arkadaşım Nazan’la birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Antakya’da kurmuş olduğu Afet Koordinasyon Merkezi deposunda çalışmaya gittik. Bir yandan da kuracağımız çadırkent için uygun yer arayışına başladık.

Deprem sonrası yollarımızın kesiştiği sevgili Gökhan Zan aracılığıyla Samandağ Belediye Başkanı Sayın Refik Eryılmaz’ı ziyaret ettik ve çadırları kurabileceğimiz yer konusunda destek aldık. Çadırlarımızı çok fazla yıkımın olduğu Sutaşı Mahallesinde kuracaktık.

Mahalleye geldiğimiz anda bizi karşılayan ve sonrasında hep yanımızda olan Ümit Hanım ve Volkan Bey’den, gökten inmişçesine karşımıza çıkarak çadırların bahçesine kurulmasını teklif eden Mahmut Bey’e, o yoklukta bir günde zemini hazırlatılan bahçeye, çadırlar kurulana kadar başında nöbet tutan askerlere, çadırkente duş ve tuvalet temin eden, elektriğini ve suyunu bağlayan İBB’ye kadar bir dizi mucize oldu birkaç gün içinde.  Ve depremin üzerinden bir ay bile geçmeden çocuklu ve yaşlı 23 aile yeni çadırlarına taşındı. Bir çadırı ise çocuklar için oyun alanı ve kütüphane olarak düzenledik.

Açılış öncesi soranlar oldu bu çadır kentin adı ne olacak diye… Yıkılan onca binanın, hayalin, geleceğin yerine yenilerini koymaya çalışırken tutunacak bir dal, bir umut olmalıydı. Bu nedenle çadır kentimizin adını ‘Umutköy’ koyduk.

***

Samandağ’a ilk geldiğimiz gün, ilk olarak Uğur Mumcu caddesi üzerinde yan yana konuşlanmış irili ufaklı çadırları görmüş ve  dehşete düşmüştüm. Hızla geçen kamyonların, otomobillerin hemen yanı başında kurulmuş çadırlar ve çadırların önünde kah beyaz bir plastik sandalyede kah bir kasa üzerinde toz duman içinde oturan çoluk çocuk, yaşlı, genç depremzedeler… Normal şartlarda orada yürümenin bile tehlike oluşturacağı bir yerde, yeni bir yaşamı nasıl kurgulayacağını düşünen birbirinden güzel insanlar.

Bazen erzak dağıtmak, bazen sadece hatır sormak için çok mola verdik Samandağ’da. Yayladağı, Tomruksuyu, Değirmenbaşı, Çöğürlü, Eriklikuyu, Sutaşı Mahallelerinde onlarca çadıra gittik, yüzlerce depremzedeyle konuştuk. Daha birkaç hafta önce birkaç dakika içinde evini, işini, birikimlerini, belki aile bireylerini, geçmişe ait anılarını, geleceğe dair hayallerini kaybetmiş insanlardı bunlar.

Hayata dair her türlü beklentilerinin bittiğini, dünyaya küstüklerini düşündüğünüz bu insanların bir ‘Merhaba’ ile güneşe bakan çiçekler gibi açtığını gördüm Samandağ’da. O bal gözlerdeki hüznün, kocaman bir gülümsemeyle saklandığını gördüm. Her uğradığımızda ellerindeki kısıtlı miktardaki suyu kullanarak bize kahve yapmak için nasıl ısrar ettiklerini, kaşla göz arasında tüp üzerinde ıspanaklı gözleme pişirilip bize ikram edildiğini gördüm. Bir anda dünyaları kaybeden bu acılı insanların, samimiyeti, kucaklayıcılığı, insanlığı hiç kaybetmediklerini gördüm.

Ben Samandağ’da onurla ayakta durmak için savaşan insanlar tanıdım. Onların donanımına, zekasına, direncine, eğitime verdiği öneme, hayata bakışına, evrenselliğine, hoşgörüsüne, hayata bağlılığına hayran kaldım. Misafirperverliğine, komşusuna verdiği değere, cömertliğine, o vakur duruşuna şapka çıkarttım. Üstelik tüm bu mücadeleyi verirken sanki her zaman yaptıkları olağan bir işmiş gibi hareket etmeleri…Sevgili Samandağ halkı, bana ne çok şey öğrettin…

Bu güzel kentin tekrar ayağa kalkacağına, eski günlerine döneceğine dair inancım tam;  çünkü bunu yapacak olanlar bu dirayetli, mücadeleci, çalışkan insanlar. Umut her zaman var!

Orada -1100 km ötede-  Samandağ artık benim de ‘kalbim’.

Eser Başaran Kimdir?

1965 doğumlu. Çamurla Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümünde okurken tanıştığı Sakine Çil’den dört sene boyunca seramik dersi aldı. Amatör bir seramikçi olarak Londra ve İstanbul’da çeşitli stüdyolarda çalıştı. Uzun yıllar çevirmen ve öğretim görevlisi olarak görev yaptıktan sonra, hep hayalini kurduğu atölyesini açtı. İnsanın naifliğini ve kırılganlığını, çamurla bazen anlaşarak bazen savaşarak ürünlerine yansıtmayı seviyor.

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
Anasayfa Sağ Bloka Esnek veya Sabit ölçülerde SINIRSIZ reklam alanını şablon olarak ekleyebilirsiniz. Şuan örnek olarak sadece 2 reklam kullanıldı.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.